Translate

27 Nisan 2014 Pazar

Kuş Misali


Tebdil-i mekândaki ferahlığın adıdır gurbet. Her veda sahnesi yeniliklere bir merhaba olsa da, geride kalanlar hep bir özlemdir içimizde. Ve roller hiç değişmez kalan ile gidenin son sözlerinde.
Önceleri bir heyecandır hazırlıklar. Kurulan hayallerle gelen tatlı umutlar. “Her şey güzel olacak” ile başlayan ve tutması zor verilen sözler. Ardında bırakacağın şehri özleyeceğin aklına dahi gelmez, zira kurtuluş koyarsın bu yolculuğun adını. Geçmişten kurtuluş ve yeni bir hayat diye nitelendirdiğin yeni şehrin renkleri tam senliktir aslında. Veyahut öyle sanırsın elinin uzanamadıklarını. “Nerede değilsem orada mutlu olacakmışım gibi…” sözünden aldığın ilhamla hep uzakları seversin, hep ordadır mutluluk adına tüm planların.
Yolculuk esnasında başlar tüm bu düşünceleri yalanlayan gözyaşları. Ve bir bir dökülür vedadan kalanlar. Fonda en içli şarkı çalarmışçasına, öyle karmaşık, öyle kararsız bir havayla. Alınan kararların doğruluğu hesaplanır sonra. En kötüsü de “Gitmese miydim?” sözündeki geç kalmışlığa yenik düşmektir. Yol bitmez ve başlar yaşanılanlar göz önünde canlanmaya.
Bir şehri yaralarına basıp, en kanar halinle başlarsın hayallere sığdıramadığın yeni hayatına. Başlangıçlar ve yeni tanışmalar, ilk heyecan kalır mı uzaktayken yaşanmışlar?
İnsanoğlu bu, ki alışan ölüme bile, zor mu sanır gurbeti, iyi oldukları haberi tatmin etmez mi bizi? Sığdıramaz küçük kalbine tek şehri. Bundandır uzaklara merak, hep gitme isteği. Kuş misali…


25 Nisan 2014 Cuma

Öylesine Yani, Birdenbire

    Alıntılar bazen can kurtarandır. Seni etkileyen ve dinlemekten, okumaktan hiç bıkmadığın şeyleri ilan etmektir. Alıntılar neler okuduğunun bir simgesi, nelerin seni mutlu ettiğinin bir göstergesidir. Tarık Tufan’dan paylaştığım Anna misali, sırada öyle güzel paylaşımlar, şiirler, yazılar, şarkılar var ki, hepsi sabırla bekliyor.
İlk yazımda burada kendi yazılarımın yanında alıntıların da olacağını söylemiştim. Ve şimdi sesinde huzur bulduğum ve şarkılarını çok sevdiğim birinin bir yazısını paylaşacağım. Ben haftalardır dinlemekten bir an olsun sıkılmıyorum. Sizin de beğenmenize umarak işte paylaşıyorum. Keyifli dinlemeler…  /Jehan Barbur – Sarı/

“Bir ara sokakta öldüm…dün
Öylece yani.
Birdenbire
Boşluğa düşer gibi, sarı bir sessizliğin içinde
Granit duvarlı binanın anlamsızlığına,
Şehrin boşu boşunalığına içerlerken
Bırakmışım son nefesimi kaldırıma
Bitmiş,
Öylesine yani.
Birdenbire

Yan binadaki otel odasından izliyordu oğlan
Yüz ifadesini göremesem de
Anlamış mıydı acaba öylece oturmadığımı?

O sokakta bitti her şey
Öğleden sonralarını bir bardak sütle geçiştiren
Apartman sakinlerini düşlerken
Sıkıntıdan
Ölmüşüm…dün

Arka odada ütü yapıp
Buharını burnuna çeken kadını,
Mutfağında her öğün için soğan doğrayıp
Gözyaşını kabuklara saklayan Madam Mari'yi
Düşündükçe
Ölüvermişim…dün

Böylece bitmiş yani,
Birdenbire

Sıkılmışım derinden zahir.
Tutunca da nefesimi
Portakal kabuklarıyla çay demini döktükleri çöpe iki kedi de bulanınca
Kaldıramamış nefsim demlenmiş portakal kedilerini
Balkabağı mevsimi bile değilken
Dönüşüvermiş her şey baldan kabağa
Ve saat henüz 12'yi vuramamışken
Kalkmış otobüsler durmamaya
Mecal mi bulamamışım, yere döktükleri bala mı basmışım
Hatırlamam ama
Öylece kalakalmışım-kalkamamışım.

Şehrin insanı haberdar değil mi bu öldüresiye sıkıntıdan?
Vagonlar boş, birkaçı kiremit taşıyor topraktan
Kayıklar da serseri misinalar
Otobüsler kimseyi almadan durup durup geçiyorlar duraktan
Arabalar yürüme mesafelerini öldürüyor her gün, her öğle
Her gece
Bisikletleri balkonlarında unutanlar
Her an yağmur yağsın diye dua ediyor
Üç öğün yemek yiyip, dört öğün uyuyorlar
Buna rağmen erken uyanıp, geç yatıyorlar
Aynı kuru kahveciden gün aşırı -iş olsun diye-
Yüzer gram kahve alıp evde -iş olsun diye- öğütüyorlar
Ve bir gün bile sormuyorlar öğütülmüşünü
Kimse sormuyor iş olsun diye yapılan iş, iş midir diye?

Bunlar olurken ölmüşüm o ara sokakta
Balkondaki beyaz brandalar rüzgarla sökülürken
Sökülüvermişim
Şişip patlayan bir eteğin dikişi gibi
Sıkıntı işte

Ya da ölmek yerine
İki adım yol yürüyeydim de
Konuşuverse miydim şu gelin çiçeğiyle.
Gitmek yerine…?“

23 Nisan 2014 Çarşamba

İnsaf Et Anna!



"Biz her şeye, esirgeyen ve bağışlayan, çokça esirgeyen ve çokça bağışlayan, hep esirgeyen ve hep bağışlayan Rabbin adıyla başlayan adamlarız Anna…

İşte böyle yaşıyoruz ve yaşamak da sana dair uzayıp giden bir özleme dönüşüyor.

İnsaf et Anna!
Gidelim buradan.
Senin masumiyetini, bilgelik zamanlarından kalma sırları, dünyanın bütün sabahlarını yanımıza alıp da gidelim.
Hesap etmeden, haritaya bakmadan gidelim.
Ölelim diyecektim az kalsın. Ölmeyelim. Hiç ölmeyelim Anna..
Gitmek istemezsen bir şiir miktarı kadar otursak diyorum.
Şiir kalsın istersen, sadece otursak.
Oturmasan da olur benimle, sadece ellerimi tut.
Ellerimi tutma dilersen, sadece yüzüme bak. 
Yüzüme bak ama Anna, yüzüme bak.
Gözlerime bak, gözlerimin içine bak.
Gözlerim biraz karanlık. İçinde cenkler, ayinler, kesik damarlar, kapıları yumruklayışlar, Turgutlar, Edipler, Sezailer, siyahlar, beyazlar, uykusuzluklar, bitmeyen baş ağrıları, bildirilerin öfkesi, duvarlara uzun dalmışlıklar var.
Gözlerim biraz yorgun. İçinde bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler, bekleyişler…  "
                                                                                      /Tarık Tufan/

18 Nisan 2014 Cuma

Sevileni En Sevilene Emanet



Anlatılması en zor vedayı yazmak için oturuyorum şimdi masanın başına. Zihnimde onlarca anıyla, hayatımın bundan sonrasında hep özleyeceğim sıcak bir tebessümü koyuyorum karşıma. Yazmak rahatlamaktır, yazmak konuşamadıklarından kurtulmaktır, kuracağım tüm yanlış ve eksik cümlelerden affınıza sığınarak, içimde kalanları döküyorum bu sayfaya. Ve bana bu sabrı veren inancıma şükrediyorum defalarca…
İki ay öncesinde çekilen fotoğrafların ardına saklanıyorum bugünlerde. Hep aynı gülümseme canlansa da gözlerimde, sadece fotoğraflarda kalacak olmak canımı acıtıyor. Huzuru bulduğum yaşlı meclislerinden uzak olmanın adına gurbet diyorlar sözlüklerde. Gurbet, cenazeye bile gidememenin kısaltılmış hali mi? Ölümü beklenen bir sevdiğinin yanında olamamak mı? Gurbet kilometrelere hapis yaşamak mı? Son zamanlarında ‘İyi olacaksın ve Zeynep yeniden geldiğinde birlikte gezeceğiz.’ tesellisi verilen birinin yanında ona destek olamamak mı gurbet?
Bugüne kadar yaşlı meclislerinden hep küçük şeylerle de mutlu olunabildiğini öğrendim, şimdiyse ölümün her an ensemizde olduğunu öğretiyorlar. Yaşlılık, hastalık derken hiçbir şeyin öneminin olmadığını anlatıyor her kayıp.
Ölüm,sevileni, en sevilene emanet. Ölüm, kurtuluş, ebediyetteki birlikteliğe bir adım. Geride kalana zor da olsa, iyi bir ders, iyi bir silkelenme. Ve işte Rabbim yeniden hatırlatıyor; “Ölüm Ölmüyor...” 
Dua ile…

11 Nisan 2014 Cuma

Tevafukların Gücü Adına


Öncelikle bu yazıdan başlığını hakkıyla taşımasını beklemenizi istemiyorum. Süslü kelimelerle anlatılması gereken bir konu belki, bunu yapabilmem için de daha kırk fuar kitap okumalıyım biliyorum. Ve bunun için dilimden döküldüğünce yazacağım, biraz da kalemin sabrınca… Kahramanımızın sınav için yalnızca bir konuya bakıp sınava girmesi ve tüm soruların o konuyla ilgili gelmesi gibi bir tevafuktan bahsetmeyeceğim, zira böyle bir anım da yok. (malum vize dönemi, örnekleri hoş görün.) Fakat tevafuk kelimesinin bendeki yerini anlatacağım biraz.

Geçen yıllara dönüp bir baktığımda, attığım adımlar bana bunu net bir şekilde gösteriyor ki; gideceğim, göreceğim şehirler varmış. Bunlar belki büyütüyor insanı. Tanışmalar, anlamaya çalışmalar, yorgunluklar, bekleyişler ve daha saymakla bitmez anlarda saklı aslında bu yedi harfli kelime. Tevafuk eseri etrafınıza bakarken bir ilan görürsünüz günün birinde, başvurunun son günüdür ve o hayatınızın dönüm noktası olan işinizdir belki de. Tevafuk olur ‘hadi bugün biraz uzatayım yolumu’ dersiniz, bir arkadaşınızı görür güzel haberlerle dönersiniz. Bu örnekler uzar gider her adımınızda. Ütopik bir durumdan bahsetmiyorum aslında. Çevremizde olup bitene ‘aman öyle denk geldi işte’ gözüyle değil de tevafuk gözüyle baksak çok daha fazla değer biçeriz bulunduğumuz saatlere. Okuduğumuz, duyduğumuz kişisel gelişimler anlam bulur, anı yakalarız belki de. Sosyal mesajlara sığdıramadıklarımızı, bir slogana sığdırabilmek mümkün aslında; “Tevafukların gücü adına, çık karşıma…”

3 Nisan 2014 Perşembe

Vakt-i Sükun



Bir toplulukta konuşulan, sindirmesi en zor kelimeye dönüşüyor bazen ölüm. Koşuşturmalarımızdan izin alıp üzülemesek de, vakti sükuna varınca akrep ve yelkovan, bir ses yankılanıyor en sol yanımızdan; “gitme…” Çaresizce de olsa, tüm yaşananlar fotoğraflardaki tebessümün ardına da saklansa; “gitme…”
Düşündükçe, anılar buğulanıyor, kaybetme düşüncesi ve bekleyiş insanın canını hep yakıyor. Çocukça ya da bencilce ama ‘başınız sağ olsun’ sözü kulağı sağır edecek; “gitme…”
Gurbet deseler de bu uzaklığa, toprak kadar çekmezmiş insanı içine. Bu yüzdendir belki şimdiden bu özlem, bu küskünlük... Ama gitmekse bu acının ilacı, lal olmaya razıdır dilim. Bir dizeye saklanır gidişin; ‘Sabır zor olsa da tevekküldeyim.’