Translate

20 Nisan 2016 Çarşamba

Milena'ya Mektuplar - V


“Her şey bir yana, her seyahat bir rehabilitasyondur, bir silkelenme, kendine gelmedir.”
Kafka’nın, Milena’sına özenle seçtiği kelimeleri, o kelimeleri ustalıkla dizip oluşturduğu cümleleri, yüreğiyle harmanlayıp cümlelerine nakış nakış işlediği duyguları bundan önceki yazılarımda kalbimin yettiğince anlatmaya ve alıntılarla hissettirmeye çalışmıştım.


Ne tuhaftır ki bu mektupların biteceğini, mutlu sonu yaşayamayacaklarını bile bile yine de mutluluk düşlüyor insan. Mektuplarsa bu aşkı yaşatan, hele bir kavuşsunlar da, bir sabah aynı masada karşılıklı susup yalnızca yazsınlar. Kelimeleri kağıt üzerinde anlam buluyorsa ve öyle daha özgürse, hapsetsinler dillerini, yasaklasınlar sesleri. Yazsınlar ama yeter ki kavuşsunlar.

Kafka, Milena’nın cevapsızlığını kaybetmeye yorup korktuğundan olacak bir mektubunda: “Eğer mümkünse bu güvensiz dünyada (insanın çekilip kopartıldığı ve buna karşı koymak için hiçbir şey yapamadığı) seni bir defa veya bin defa, şimdi şu anda veya her an hayal kırıklığına uğratsam da benden korkup, kendini uzaklaştırma. Ayrıca, bu bir istek değil, sana da yöneltilmiş değil, kime yönelik olduğunu bilmiyorum. Perişan ciğerlerimin yorgun nefesleri bunlar.” Diyerek ifade ediyor kendini.

“Uyumak yerine tüm geceyi mektuplarınla geçirdim. Çok da kötü değil, hala mektup gelmedi senden ama bunun da zararı yok. Şu an için her gün yazışmamak çok daha iyi, sen bu gerçeği benden önce gördün. Her gün gelen mektuplar güçlendirmek bir yana zayıf düşürüyor insanı, eskiden gelen mektupları son damlasına kadar içer ve hemen kendimi on kat daha güçlü hissederdim ve yine de on kat daha artardı susuzluğum. Ama şimdi durum ciddi, okurken dudağımı ısırıyor ve şakaklarımdaki ağrıdan başka bir şey hissetmiyorum. Ama bu bile kabul edilebilir. Ama kabul edemeyeceğim tek şey hasta olman Milena, sakın hasta olma. Yazmasan da olur, yeter ki sen hasta olmayasın. Burada sadece kendimi düşünüyorum, ne yaparım sen hasta olursan? Herhalde şimdi ne yapıyorsam onu yaparım ama nasıl yapabilirim ki?”

    “Ben sadece neden yazmadığını bilmek istiyorum, küçük bir odada, dışarıda sonbahar yağmurları, tek başına, ateşli, üşütmüş, terlemiş ve bitkin bir şekilde hasta yatağında yatmadığını bilmek istiyorum, ama bu durumda değilsen o zaman sorun yok, daha ne isterim.”

İki hasta kalp ve iki şüphe. Biri yazmasa diğeri korkuyor hastalığından dolayı başına ciddi bir şey mi geldi diye, diğeri yazmasa aynı korku bu kez bu evde. Mektuplar ilaç niteliğinde, biri yazmasa diğeri daha hasta. Nitekim insan bu mektupları okudukça Milena’nın satırlarını merak etmeden duramıyor.

“Bense kısa bir zaman sonra, aniden, umarım acısız ve sakin bir şekilde toprağın altına gireceğim. Bu durumu hiç dert etmiyorum ama senin uzaklarda, hasta olman düşüncesine katlanamıyorum.”

Sahi Sevgili Bayan Milena, Kafka’nın bu sözlerine ne cevaplar veriyor? Ne denir ki bu derece takıntılı bir aşka? Mektuplarda hangi kelimeleri hangi büyüyle kullanıyor da Kafka o kelimelersiz nefes dahi alamaz oluyor. Diyorum ki keşke Milena’nın da hayatında Max Brod gibi biri olsaydı da taşısaydı o mektupları bize. Çünkü inanıyorum ki o mektuplar da Kafka’nınkiler kadar etkileyici ve bir o kadar sevgi dolu.

     “Mektup alamamanın ne kadar acı verdiğini anlıyorsun değil mi, zaten sana söylememe gerek yok. Bugün senin mektubunla benim mektubum arasında belirgin, güzel bir bağ, derin bir hasret var.”

Kafka’nın, Milena’sından beklediği mektup sonunda geliyor ve okur okumaz başlıyor yeniden kaleme sarılmaya: “Çok güzel, çok güzel Milena, ne güzel. Mektubunun getirdiği huzur, umut ve aydınlık kadar güzel bir şey yok.”

“Yazdıkların beni çok mutlu etti ve bu nedenle zırvalamalarla dolu bir cevap yazdım.”

Mektuplar niye bitti sorusuna başından beri bir kelime cevap oluyor aslında: Korku. Kafka’nın korkusu mektuplarına çoğu zaman yansıyor. Bunun için bazen mektupların artık bitmesini istiyor, ama aynı mektubun sonunu cevap beklediğini söyleyerek getiriyor. Kafka korkusuna sık sık yenik düşüyor, sonrasında çabuk toparlanıyor fakat bu duygu yakasını bir türlü bırakmıyor.

“Sevgili Milena, daha önce senden, bana her gün mektup yazmamanı istemiştim, bunda samimiydim, mektupların beni korkutuyordu. Herhangi bir nedenle birisi gelmediği zaman kendimi kötü hissediyordum, ne zaman gelen bir tanesini masanın üzerinde görsem bütün gücümü toplamam gerekiyordu, gerçi hiçbir zaman yeterli olmuyordu, eğer bugün bu kartlar gelmemiş olsaydı mutsuz olurdum. Teşekkürler…”

“Benim şanssızlığım başta önemli gördüklerim olmak üzere, bütün insanları tüm kalbim ve mantığımla iyi insan olarak görmemde. Ama nedense vücudum bu insanların hep bu şekilde iyi olacağına inanmıyor, korkuyor, dünyayı kurtaracak bir girişimde bulunmaktansa duvara doğru sinip, beklemeyi tercih eder.”

İki yürek mektup zarflarına saklanıp bize gönderiliyor. Başarısız bir aşk hikayesini taşıyor postacı. Ve Kafka’nın dediği gibi: “Sevgili Bayan Milena, bu mektuplar gözlerimi kamaştırıyor…”

8 Nisan 2016 Cuma

Kaybolsak Sahi?


Her tarafı sis kaplamıştı, önümüzü göremiyor, yolumuzu bulamıyor ve olduğumuz yerde bekliyorduk. Bir adım atsak sanki kaybolacaktık. Oysa cesaretimizi kaybetmek kendimizi kaybetmekten kötüydü, bilmiyorduk. Nitekim, korkularımızın izin verdiğince yaşıyorduk. Mutsuzluktan korkup kapı dışarı çıkmamak gibi, kaybolmaktan korkup kök salıyorduk.
Sahi kaybolsak ya? Korkulardan uzak ve en küçük şeye onlarca mutluluğun sığdığı küçük kasabımıza…
Mutluluk ve küçük şeyler tabirlerini aynı cümlede kullanmayı seviyorum. Ve küçük şeylerden çok büyük mutluluklar duyan insanları. Tebessümlerini çoğu zaman ya da kalplerini… Mutsuzluk duymak nankörlükle eşdeğer geliyor bana bugünlerde. Tüm acılar bu dünyada kalıyor. Ve uzanamadığımız kentlere bir bomba gibi düşüyor mutsuzluk. Gülmeyi unutan çocukları gözümüzün önüne getirince de bir utanmak eylemi kalıyor geriye. Ben hayata yeniden başlıyorum böyle günlerde. İçim daha şükür doluyor bugünüme, daha kendinden emin oluyor ideallerim ve daha çok sığınır oluyorum dualara.
İşte bunları biliyorken de yanımızdaki mutlulukları bırakmamak düşüyor bize. Peşine düşmek ve beklemek. Kendimiz için istediğimizi herkes için istemek. Büyük mutlulukların yolu karşımıza çıkan her şeyden payımıza düşen tebessümü almaktan geçiyor. Kader kavramını öğrendiğim için mutlu oluyorum mesela bazen. Artık biliyorum bugünüm yarınımı şekillendiriyor. Bugün edindiğim her bilgi, her deneyim ve yaşadığım her mutluluk gelecekte “iyi ki” ile başlayan cümlelerimi süsleyecek inanıyorum.
Ve inanıyorum, kendimiz için istediklerimizi başkaları için de isteyince eşit olacağız. İnanıyorum ki o zaman bomba gibi düşmeyecek mutsuzluk, yerini mutluluk meyveli ağaçlar alacak ve neşeli çocuklar. Bu payımız olan tebessümü aldığımız yol uzayacak ve ulaşacak her yere.
Çünkü burası her kaybolduğumuzda sığındığımız, belki de bunun için kaybolmayı sevdiğimiz, küçük şeylere büyük mutlulukların sığdığı sevimli kasabamız.
Çünkü kendimiz için istediklerimizi başkaları için de isteyince mutsuzluk yok olacak ve mutluluk rüzgarı uzak yakın her yeri saracak.
Ve her duada El-Alim ismiyle yakarılacak…
Her şeyi çok iyi bilen, anlayan ve tanıyan; El-Alim…

Dua ile…

Dipnot: Şarkı bol kayboluşlar içerir: