Sylvia
Plath, başarıyla dolu bir başarısızlık öyküsü. Küçük yaşta fark edilen yeteneği
ve yazdığı şiirler. Katıldığı her yarışmada onu birinciliğe götüren o anlamlı
dizeler ve kelimeler üzerinde kurduğu inanılmaz hâkimiyet. Fakat anlam
verilemeyen bir bunalım. Otuz yaşına kadar her on yılda bir denediği intiharlar
ve üçüncüsünde ulaştığı amacı. İşte tüm bunlar Amerikalı bayan şairin hayatını
özetliyor.
Başarı
tutkunu birisi Plath. ‘Başarısızlık’ kelimesi yer almamış onun âleminde. Hep en
iyisini istemiş, nitekim en iyi şiirleri yazıp birincilikler edinmiş. Her
dizesinde, her sözünde büyük beğeniler toplamış. Fakat başarıya bağımlı her
insan gibi o da hırsına yenilmiş ve onlarca usta şairle yarışıyor olma
düşüncesi onu bunalıma iten başlıca nedenlerden olmuş. Ama o inatla fazlasını
istemiş, elde edemeyeceğini bile bile kendini türlü pozisyonlarda düşlemiş.
Örneğin bir kitabında şöyle der:
“İstediğim
bütün kitapları okuyamam, olmak istediğim bütün insanlar olamam ve istediğim hayatları
süremem… İstediğim bütün becerileri edinemem, öyleyse ne istiyorum? Yaşamak ve
hayatta olabilecek bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin bütün renklerini,
tonlarını yaşamak ve duyumsamak istiyorum ve berbat bir şekilde kısıtlıyım.”
Bu
sözlerde bahsettiği, kısıtlı kaldığı hayatını bir incir ağacına benzetip, ayrı
anlamlar yüklemiş. “Her dalın ucunda tombul, mor bir incir gibi eşsiz bir
gelecek beni çağırıyor” deyip incirlerden her birini hayatıyla eşleştirmiş. Eş,
mutlu bir yuva, çocuklar, ünlü bir ozan, parlak bir profesör, şaşırtıcı bir
editör ve daha ne olduklarını çıkaramadığı onlarca incir. Daha sonra kendini
dalların altında otururken gördüğünü ve hangi inciri seçeceğine bir türlü karar
veremediğini söyleyip, incirlerin dökülüşünü ve her hayalin ellerinden kayıp
düşüşünü izlemeye başlamış. .
Açlıktan
ölüyordum. Hepsini ayrı ayrı istiyordum incirlerin ama birini seçmek ötekilerin
hepsini kaybetmek demekti. Ve ben orada karar veremeden otururken incirler
buruşup kararmaya başlıyor ve birer birer toprağa ayaklarımın dibine
düşüyorlardı.”
Bu
sözlerle elde edemediklerinden ve yetinemediklerinden duyduğu çaresizliği
tanımlıyordu aslında. Plath çaresizliği kadar kararsızdı. Bir yanda çok sevdiği
eşi ve çocukları, bir yanda sahip olmak istediği başarılar. ‘Hangisini
seçmeliyim?’i düşünürken geçen zaman ve değişimler. Konu başarmaksa doymuyordu.
Onun için hep olunabilecek bir üst nokta vardı. Buna çabalıyordu. Ama aynı anda
her şeye yetemezdi. Yetemiyordu, olmak istediklerinin hepsini olamıyordu, bundandı
kendini sırça fanusunun içinde kısıtlanmış hissetmesi. Bu fanusun içinde
yaşadığı ekşimiş olarak tanımladığı hayatında eşini de başarıları kadar çok
seviyordu. Ayrıldıklarında daha ağır bunalımlar yaşayacak kadar çok.
Ayrıldıktan sonra Plath her şeyin farkındaydı. İçinde bulunduğu durum nefes
almasını engelliyor ve onu bambaşka düşüncelere sürüklüyordu. Yalnız kalmaması
gerektiğini biliyordu. Yalnız kalmamak için arkadaşına gitti, bir süre orada
kalmak iyi gelecekti, buna inanıyordu. Çocuklarıyla da ilgilenebilecek bir
durumda olmadığını düşünen Plath için arkadaşı Jilian iyi bir seçenekti. Burada
rahat ve sakindi. Uzun zamandır aradığı sessizce düşünme vaktini de bu evde
buldu. Fakat burada fazla kalamazdı,
biliyordu. Sırça fanusa geri dönme vakti gelmişti. Plath’in gitme kararı
arkadaşını memnun etmese de bir şey söyleyemedi. Aslında söylenebilecek onlarca
söz vardı ve yıllarca bunun pişmanlığını yaşadı.
Plath
iyi değildi. Bir yandan hırsı, bir yandan eşi tarafından başkası uğruna terk
edilme duygusu, sorumlulukları, kurtulamadığı bunalımı… Sırça fanusunun içinde
boğuluyordu. Düşen incirlere, onu yıpratan hırs ve düşüncelere daha fazla
dayanamayacağını anladığı bir gece çocuklarının odasına süt ve bisküvi bırakıp
başını gaz fırınına sokarak intihar etti, anne Plath.
Plath’in
öyküsü ölüm üzerine kurulu gibi gözükse de, geride bıraktıkları, hayatı, şiirleri
bize hep Plath’in ölüm isteğini anlatsa da, güncesinde o bunu yalanlıyordu.
“Bir
öykü oku: Düşün. Yapabilirsin. Dahası, yapmalısın, uyku sırasında sürekli
kaçmamalısın, ayrıntıları unutmamalısın, sorunları umursamazlık etmemelisin,
kendinle dünya arasında ve bütün parlak zekâlı neşeli kızlar arasında duvar
çekmemelisin; lütfen düşün, kurtul bundan. İnan, sınırlı benliğinden daha yüce
yararlı bir güce. Tanrım! Tanrım! Tanrım! Neredesin? Seni istiyorum, ihtiyacım
var: Sana ve sevgiye ve insanlığa inanmaya. Böyle kaçmamalısın. Düşünmelisin…”
Diye
yazmıştı Plath, verdiği mücadeleyi, yaşadığı ruhsal çöküntüyü çok iyi
anlatıyordu. Bu bunalım halinden kurtulmak istediği çok belliydi. Ama yapamadı,
incirlerin kuruyup dökülmesini kaldıramadı. Sylvia Plath ki, o incir ağacının
üzerinde, sırça fanusunun içinde ölü bir kelebekti…
Zeynep Nur ÇANDIR
(Bu yazı KafkaOkur Fikir Sanat ve Edebiyat Dergisi 1. sayısında yayınlanmıştır.)