Translate

1 Şubat 2016 Pazartesi

Sırça Fanusta Bir Kelebek


Sylvia Plath, başarıyla dolu bir başarısızlık öyküsü. Küçük yaşta fark edilen yeteneği ve yazdığı şiirler. Katıldığı her yarışmada onu birinciliğe götüren o anlamlı dizeler ve kelimeler üzerinde kurduğu inanılmaz hâkimiyet. Fakat anlam verilemeyen bir bunalım. Otuz yaşına kadar her on yılda bir denediği intiharlar ve üçüncüsünde ulaştığı amacı. İşte tüm bunlar Amerikalı bayan şairin hayatını özetliyor.

Başarı tutkunu birisi Plath. ‘Başarısızlık’ kelimesi yer almamış onun âleminde. Hep en iyisini istemiş, nitekim en iyi şiirleri yazıp birincilikler edinmiş. Her dizesinde, her sözünde büyük beğeniler toplamış. Fakat başarıya bağımlı her insan gibi o da hırsına yenilmiş ve onlarca usta şairle yarışıyor olma düşüncesi onu bunalıma iten başlıca nedenlerden olmuş. Ama o inatla fazlasını istemiş, elde edemeyeceğini bile bile kendini türlü pozisyonlarda düşlemiş. Örneğin bir kitabında şöyle der:

“İstediğim bütün kitapları okuyamam, olmak istediğim bütün insanlar olamam ve istediğim hayatları süremem… İstediğim bütün becerileri edinemem, öyleyse ne istiyorum? Yaşamak ve hayatta olabilecek bütün zihinsel ve fiziksel deneyimlerin bütün renklerini, tonlarını yaşamak ve duyumsamak istiyorum ve berbat bir şekilde kısıtlıyım.”

Bu sözlerde bahsettiği, kısıtlı kaldığı hayatını bir incir ağacına benzetip, ayrı anlamlar yüklemiş. “Her dalın ucunda tombul, mor bir incir gibi eşsiz bir gelecek beni çağırıyor” deyip incirlerden her birini hayatıyla eşleştirmiş. Eş, mutlu bir yuva, çocuklar, ünlü bir ozan, parlak bir profesör, şaşırtıcı bir editör ve daha ne olduklarını çıkaramadığı onlarca incir. Daha sonra kendini dalların altında otururken gördüğünü ve hangi inciri seçeceğine bir türlü karar veremediğini söyleyip, incirlerin dökülüşünü ve her hayalin ellerinden kayıp düşüşünü izlemeye başlamış. .

Açlıktan ölüyordum. Hepsini ayrı ayrı istiyordum incirlerin ama birini seçmek ötekilerin hepsini kaybetmek demekti. Ve ben orada karar veremeden otururken incirler buruşup kararmaya başlıyor ve birer birer toprağa ayaklarımın dibine düşüyorlardı.”

Bu sözlerle elde edemediklerinden ve yetinemediklerinden duyduğu çaresizliği tanımlıyordu aslında. Plath çaresizliği kadar kararsızdı. Bir yanda çok sevdiği eşi ve çocukları, bir yanda sahip olmak istediği başarılar. ‘Hangisini seçmeliyim?’i düşünürken geçen zaman ve değişimler. Konu başarmaksa doymuyordu. Onun için hep olunabilecek bir üst nokta vardı. Buna çabalıyordu. Ama aynı anda her şeye yetemezdi. Yetemiyordu, olmak istediklerinin hepsini olamıyordu, bundandı kendini sırça fanusunun içinde kısıtlanmış hissetmesi. Bu fanusun içinde yaşadığı ekşimiş olarak tanımladığı hayatında eşini de başarıları kadar çok seviyordu. Ayrıldıklarında daha ağır bunalımlar yaşayacak kadar çok. Ayrıldıktan sonra Plath her şeyin farkındaydı. İçinde bulunduğu durum nefes almasını engelliyor ve onu bambaşka düşüncelere sürüklüyordu. Yalnız kalmaması gerektiğini biliyordu. Yalnız kalmamak için arkadaşına gitti, bir süre orada kalmak iyi gelecekti, buna inanıyordu. Çocuklarıyla da ilgilenebilecek bir durumda olmadığını düşünen Plath için arkadaşı Jilian iyi bir seçenekti. Burada rahat ve sakindi. Uzun zamandır aradığı sessizce düşünme vaktini de bu evde buldu.  Fakat burada fazla kalamazdı, biliyordu. Sırça fanusa geri dönme vakti gelmişti. Plath’in gitme kararı arkadaşını memnun etmese de bir şey söyleyemedi. Aslında söylenebilecek onlarca söz vardı ve yıllarca bunun pişmanlığını yaşadı.

Plath iyi değildi. Bir yandan hırsı, bir yandan eşi tarafından başkası uğruna terk edilme duygusu, sorumlulukları, kurtulamadığı bunalımı… Sırça fanusunun içinde boğuluyordu. Düşen incirlere, onu yıpratan hırs ve düşüncelere daha fazla dayanamayacağını anladığı bir gece çocuklarının odasına süt ve bisküvi bırakıp başını gaz fırınına sokarak intihar etti, anne Plath.

Plath’in öyküsü ölüm üzerine kurulu gibi gözükse de, geride bıraktıkları, hayatı, şiirleri bize hep Plath’in ölüm isteğini anlatsa da, güncesinde o bunu yalanlıyordu.

“Bir öykü oku: Düşün. Yapabilirsin. Dahası, yapmalısın, uyku sırasında sürekli kaçmamalısın, ayrıntıları unutmamalısın, sorunları umursamazlık etmemelisin, kendinle dünya arasında ve bütün parlak zekâlı neşeli kızlar arasında duvar çekmemelisin; lütfen düşün, kurtul bundan. İnan, sınırlı benliğinden daha yüce yararlı bir güce. Tanrım! Tanrım! Tanrım! Neredesin? Seni istiyorum, ihtiyacım var: Sana ve sevgiye ve insanlığa inanmaya. Böyle kaçmamalısın. Düşünmelisin…”

Diye yazmıştı Plath, verdiği mücadeleyi, yaşadığı ruhsal çöküntüyü çok iyi anlatıyordu. Bu bunalım halinden kurtulmak istediği çok belliydi. Ama yapamadı, incirlerin kuruyup dökülmesini kaldıramadı. Sylvia Plath ki, o incir ağacının üzerinde, sırça fanusunun içinde ölü bir kelebekti…

Zeynep Nur ÇANDIR
(Bu yazı KafkaOkur Fikir Sanat ve Edebiyat Dergisi 1. sayısında yayınlanmıştır.)