Onlarca
kelimenin birlik olup tek bir manada birleştiği, on iki ayın içinde “Sultan”
sıfatını en hak eden, en benimseyen, anılınca kalplerde korkuyla birlikte tatlı
bir heyecan uyandıran ve içerisinde en saf mutluluklar barındıran o mübarek ay.
Sevgi,
saygı, hoşgörü, birlik, beraberlik, yardımlaşma, dayanışma, açın halinden
anlama, fazla tokluktan uzak durma, nitekim her şeyden önce ruhu doldurma.
Kalbe ince ince Allah’ı ve sevgisini aşılama, zihinlerimize Kuran’ı
yazma.Kavga,kin ve nefret benzerlerini en kuytu yerlerde saklama, zira
Müslümanlığı ve beraberinde getirdiği huzuru en içten hissetmeye vesile olan o
kılavuz ay.
Teslimiyetimizi
ve acizliğimizi tüm samimiyetimizle gösterme fırsatı bulduğumuz bir zamandır
aslında Ramazan. “Rabbim, verdiğin bunca güzel nimeti senin rızan olmadan
yiyemem, senin iznin olmadıkça hiçbir şey benim değil, aldığım nefes, attığım
adım ve daha nicesi, hiç biri bana ait değil. Acizim Rabbim…” demenin en sessiz
ve bol mücadeleli yoludur. Gündüzü saim, gecesi kaim olan, başı rahmet, ortası
mağfiret, sonu cehennemden kurtuluşla müjdelenmiş, içerisinde bin aydan daha
hayırlı kadir gecesini bulunduran, bitiminde ise bayrama kavuşturan o özel ay.
Daha
onlarca tanım eşleştirilebilir Ramazanla, bundandır yıllardır bu ayın içimizde
uyandırdığı o güzel hisse bir türlü tam bir karşılık bulamamak, bulunanlarda
hep eksik kalmak. Bir de yıllardır anlatılan eski ramazanlara hayran olmak.
Büyüklerimizin “nerede o eski ramazanlar” sözüne anlam veremezdik önce. Onca
anlatılana abartı gözüyle bakar, inanmazdık. Mahalle boyunca uzanan, duayla
başlanmadıkça doyulamayacağına inanılan iftar sofraları. Sonrasında yaşlı-genç demeden
koşulan teravihler, camiilerin doluluğu. Sofralar hazırlanırkenki samimiyetin
getirisi midir bilinmez o bereketin camilere yansıması. Teravih bitiminde
düzenlenen eğlenceler, Karagözler, Hacivatlar, dinletiler… Eski dedikçe kalpte
bir sızı belirten en bizden, en içimizden gelenekler. Toplu iftara doyulamayıp
sahurda yeniden birleşen aileler. Gündüzleri mukabeleler…
Belki
bir çoğu şimdi de var fakat Ramazanın o eski neşesini hangimiz duyabiliyoruz?
Oruç olmanın arkasına saklanıp acil bir iş olmazsa kapı dışarı çıkamıyoruz.
Gerçi hoş, dışarı çıkınca Ramazanın ruhunu görebiliyor muyuz? Şehirlerimize
Ramazan artık gelmiyor mu? Bahaneler üretip herkesten önce kendimizi
inandırıyoruz. “Havalar sıcak, dayanamıyorum, günler uzun…” ve daha bir çoğu.
Fakat zorluk arttıkça mükafat artar, bunu gerçekten bilmiyor muyuz?
Eski
ramazanlarla birlikte hassasiyetimizi de yitiriyoruz. Geriye ne saygı kalıyor
ne de kişiliklerimiz. Önce içimizdeki inanç boşalıyor, sonra camilerimiz. Duadan
önce sarıldığımız sularımızdan mıdır bilmem doymak bilmez nefislerimiz sonucu
bereketsizleşiyor ay. “Ramazan bu yıl çabuk geçti, hiç anlamadım.” Derken biz,
belki de felaketi anlatıyor dillerimiz.
Yine
de aldırış etmesek dışarıya ve kendimizden başlasak eski ramazanlara yolculuğa.
Uygulasak ve örnek olsak yeni ramazanlarda. Hem “Ramazan girdiğinde cennet
kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar da zincire vurulur.”
Der En Sevilen. Cennet kapılarının sonuna kadar açık olduğu bu güzel ayda,
dualarımızla, tövbelerimizle, ibadetlerimizle affolunup o kapıdan geçenlerden
olmak umuduyla.
Dua
ve hayır ile…