“Seçkin
Bir kimse değilim
İsmim baş harfleri acz tutuyor.
Bağışlanmamı diliyorum.
Sana zorsa yanmaya razıyım
Kolaysa
affı esirgeme…”
Yaz sıcağına inat soğuk bir evde açılan
bir çift göz. Hâkim bir baba ve gurbet…
1940 yılında Ankara’da Maraşlı bir
ailenin oğlu olarak gelir dünyaya Cahit Zarifoğlu. Babasının mesleğinden dolayı
birçok şehir gezer, çocukluğu ve ilk gençlik yılları böyle geçer. Her gittiği
yerden güzel değerlerle ayrılır. Bu da şiirlerine güçlü imgeler olarak yansır.
Babasının bir başka kadınla evlenmesi
ve annesi ile kendisine olan ihmalinden olacak ki iyice içine kapanır o
yıllarda. Böylelikle kâğıda döker içini, kalemi yoldaş yapar ve her kaçışta
daha çok yazar. Kaçmaktan çok içerisindeki baba eksikliğini arar. Bu durumda yaşadığı
buhranı en iyi Toprak şiiriyle açıklar.
“Babam canımı çökertiyor
Hep aynı tarlanın önünde
Aynı topraktan kalkıp
Türbesini
yontuyor içime…”
Lise yıllarında okul dergisi olan
‘Hamle’de şiirleri yayınlanır. Yol Dergisi’nde çalışır. Şairliğe attığı adımlar
Papirüs, Yeni Dergi, Türk Dili ve Soyut dergilerinde yayınlanan şiirleriyle
güçlenir.
Maraş Kara Lise yılları Rasim
Özdenören, Erdem Beyazıt gibi önemli isimlerle aynı sıralarda geçer. Bu
yıllarda edebiyat dışında da birçok alana ilgisi olan serüvenci şairde uçuş
tutkusu vardır. Pilot olma isteğine karşılık kursa gider ve başarılı olur.
Fakat gözlerindeki bir bozukluk bu tutkusundan uzaklaşmasına neden olur. Yine
de maceraları bitmez gezginci şairin. Otostopla gezer Avrupa’yı. Yeni yerler keşfeder
ve dostlar edinir. Gördüğü güzellikleri, çıkardığı anlamları, farklı insanların
yapılarını en güzel şekilde aktarır şiirine. Kalemiyle dünyayı şiirleştirir ve
betimler.
Üniversite yılları içine kapanıklığını
arttırır buhran dolu şairin. Geçim sıkıntısı ile çalıştığı kısa dönemli işler
ve bohem yaşamı üniversiteyi uzatmasına neden olur.
“Vazgeçemediğim,
değişmeyen, istikrarlı bir yönüm vardı, o da şairliğim ve yazarlığımdı…” diyen Zarifoğlu bu dönemleri edebiyat
adına verimli geçirir. Çeşitli dergilerde yazmaya devam ettiği gibi kitaplar da
bastırır.
Birçok şiirinde vurguladığı yalnızlık
teması, içinde bulunduğu durumu ve hislerini en güzel şekilde anlatır:
“Dedim ya oturuyorum öylece
İyi ki etrafımda kalbimi tanıyanlar
yok…”
“Bir
şehir kadar kalabalıktır bazılarının yalnızlığı…”
Diriliş dergisinde yayınlanan şiirleri
Sezai Karakoç ile tanışmasına vesile olur. Her zaman hocası olarak gördüğü ve
yazılarından çok şey öğrendiğini söylediği Karakoç aracılığıyla da Necip Fazıl’la
tanışır. Bu topluluk sayesinde edebiyatın gücünü daha iyi kavrayan Zarifoğlu, kendisini
yedi adamla anlattığı -Yedi Güzel Adam-
kitabı ile kendini bir kez daha ispatlar.
Necip Fazıl’ın aracı olduğu ve nikâh
şahitliğini yaptığı bir evlilik ile yeni bir hayata başlar Zarifoğlu. Kasım
Arvasi’nin damadıdır artık ve yıllarca özlediği baba sevgisini bu yolla
dindirir. Bohem hayattan kurtuluş onu tasavvufa yönlendirir.
“Hep severek
Ve yücelerek de
Ben’im bir yalnızlık haberiyle
İklimsizliğe doğru
Ufalmaktadır…”
Sözleriyle ben’likten öte hiç’liği
düşlediği anlaşılır. Hatta “Keşke bir
Yunus Emre olsaydım…” sözlerini o dönemde söyler. –Bir Değirmendir Bu Dünya- kitabı ile de Müslüman olarak yetişme
telkinlerinde bulunur. Ve geçmiş yıllarını: “Sahipsiz kalan, ellerimden kayan aydınlık günlerim…” diyerek
anlatır şair Zarifoğlu.
1987 yılının başlarında ağır bir
hastalığa yakalanır ve aynı yılın haziran ayında veda eder sevdiklerine. Geride
–Ne çok acı var- diyerek kaleme
aldığı şiirleri, hikâyeleri ve günlükleri kalır. Ardında bıraktığı kelimelere
sahip çıkabilme umuduyla:
“Ve gözüm eşyamda değil,
Yoruldum maddemden
Ta ki dünya bitti
Köşk kurdum sakin oldum…”
Zeynep Nur ÇANDIR
(40'lar Kulübü - Zarif Adama Kırk Not kitabından)