Translate

23 Ağustos 2017 Çarşamba

Yanlış Bir Leyla


“Bazen denize küser de 
Gökteki yıldızlarla konuşurum…”
Bahattin Karakoç

     Şair gibi sık sık küsüyorum ben de denize. Baş kaldırıyorum bir nevi. Direniyorum. Yıldızlara çarpıyor gözüm ve anlatıyorum. Her şeyi, her şeyi anlatıyorum. Konuşmadan da kurulabiliyor iletişim yıldızlarla. İyi anlıyorum. İyi anlatıyorum. Anlaşıyoruz bir şekilde ki daha çok küser oluyorum denize. Bahanem oluyor yıldızlar. Küsmek anlamlaşıyor. 

     Sonra bazen kendimi filmin başrol oyuncusu gibi hissediyorum. Kendi filmim. Yazanı ben olmasam da yönetmen koltuğunda buluyorum kendimi. Arkaya fon müziğini açıp içimden konuşuyorum. İç sesli sahneler çekiyorum.

     Ağır edebiyat. 

     Ben cümleleri süslerken yaşamım gözümde canlanıyor. İtiraf ediyorum kendime; mutlu uyandığım sabahlar gün içimden doğuyor. Ve sancılı oluyor o günün batımı. Zor bir vedaya adanıyor karanlık. 

     Mutlu uyandığım günler kalbimden kelebekler salıyorum dünyaya. Renk renk, neşe dolu, şükür dolu…

     Sonra filmimin sessiz replikleri canlanıyor gözümde: 

     İçilmeyen çayların soğuma süresince: Merhaba

     Cevabını en merak ettiğim ama en basite indirgeyerek sormak zorunda kaldığım soruyla: Nasılsın?

     Ne zaman burada otursa filmimin başrolü, hep aynı konuşmayı tekrarlar dururdu şehrin koşuşturmasına inat bir sakinlikle. Bir yandan da kaldırım taşlarının eşit dizilip dizilmediğini hesaplar, irili ufaklı taşlara gözü çarpar ve sayardı. Taşlar bitince masa örtüsüne gelirdi sıra, aynı desenleri gözleriyle onlarca kez çizip, aynı mı değil mi kıyaslamaya başlardı. Küçük çizim hataları bulduğunda zafer kazanmışçasına tebrik ederdi zihnini. Bundan da sıkılıp yeni uğraş arar, beşinci kez teşebbüs ettiği parmak kütletmelerinden medet umardı, sessizliği biraz olsun bozduğunu düşünse de başarısız olur yeniden bir iç çekerdi.

     Ne zaman burada otursa çiçekli örtüler sererdi kalbinin raflarına. Renk renk, neşe dolu, şükür dolu…

     O sırada arka fonda Ezginin Günlüğü tüm sakinliğiyle eşlik ederdi sessizliğe;

“Ben kimim söyle kayboldum,
Dönmedim kaldım anılarda
Her sabah bir çöl masalında uyanırdım
Belki de yanlış bir Leyla…”

     Kayboluşlarımız ve hangi masalın Leyla’sı olduğumuzu bulamayışlarımız gelirdi aklına. 

     Bu şarkıyı her duyduğunda çölü aşıp doğru Leyla’ya kavuşanların sevincini izlerdi çocukça. Renk renk, neşe dolu, şükür dolu…

     Sonra biterdi film. Başrol masadan kalkmadan, öyle ani bir son. Sorusuna cevap alamadan, doğru Leyla olamadan, çayı soğutamadan, şairin küstüğü denize telkinde bulunamadan. 

     Yarım kalan her şeyi gün batımının sancılı güzelliğine gizleyerek. 

     Yıldızlara anlatacak yeni hikayeler düzenleyerek.

     Sevdiğim ve özenle süslediğim hikayeler…

     Hikayelerdeki sessizliği seviyorum. Masa örtülerini de, kaldırım taşları arasındaki mesafeyi de.

     Ve başrolümün sevdiği şarkıları da…

     Şairin denize küsmesini de. Yıldızları da.

     Her sevdiğim şeyi harflere saklıyor ve işliyorum yazıya. Renk renk, neşe dolu, şükür dolu…

31 Temmuz 2017 Pazartesi

Çiçekli Patika


“Kuyular var, derin ve fakat ben Yusuf değilim.
Yusuf olmayınca her kuyu derin insan için…”
Tarık Tufan

Renkli çakıl taşları toplar gibi kelimeler topluyorum eteklerimde. Geçtiğim her çiçekli patika süslü mendillere sarıp sarmaladığım, özenle zihnime kazıdığım bir hatıra.

Kelimelerle iyi anlaşabilmeyi düşledim yıllarca. Her anımı, her duygumu bir kelimeye adamayı tercih ettim çoğu zaman. Gizli anlamlar sakladım lügatımda. Benim olan, bana ait kalan, kulaktan kalbe naifçe dokunan anlamlar. Bunun için çabaladım. Çünkü anladım ve inandım ki arayı iyi tutmak gerekiyordu kelimelerle, hele de anlaşılma kaygısı işin içine girince.

Anlaşılmak hayattaki en büyük ihtiyaçlarımız içinde. Anlaşıldığımız kadar biziz, anlaşıldığımız kadar mutlu ve aslında anlaşıldığımız kadar bireyiz bu sonu olmayan kalabalıkta. Bundandır ki en büyük fobimiz haline gelir anlaşılamamaktan doğan tüm yanlışlıklar.

Anlaşılmaya dair zorunluluğumuz ne kadar çoksa, bu zorunluluğun sebep olduğu kaçıp gitme isteği o kadar artsa da, bu kaygıyı atamaz boğuluruz açıklamalarda. Bir şiirin dizeleri yakarışımız olur zaman zaman:

“Bahar dallarının hatırına beni anla…” Didem Madak

Sevdiğin ve huzuru bulduğun her anının, her tabiat olayının hatırına beni anla. Mecburum içimdekileri bir şekilde açığa vurup anlaşılmaya.

“Su getirdim perilerine avuçlarımda, beni anla…” Didem Madak

Çünkü anlaşılmazsam geri döner adımlarım ve buna hazırlıksızım. Geçtiğim tüm yollar ve kapılar kapanır üzerime, anlamını yitirir tüm öğrenmişlikler.  

“Bir uyağa takıldım, düşmeye razıyım. Artık beni anla…” Didem Madak

Tarihe gömülmüş hikayelerle, gördüğüm görmediğim, dinlediğim dinlemediğim  tüm ezberlerimle duruyorum uçurumun kenarında, belki de yol ayrımımda. Ama beni anla. Anla ki arınayım karanlıktan, anla ki kimliğimi bulayım. Anla ki yeniden kalkıp başlayayım düşüp küstüğüm yerden.  Aldığım ilhamla Tarık Tufan'ın “Allah yeniden başlayanların yardımcısıdır…” sözünden.

“Konuşma konuşmak istemezsen, ben konuşurum tavanda koşuşan ışıklarla. Hep aynı şeyi söylerim. Beni anla…” Didem Madak

Anla ki son bulsun tüm susma ve vaveylalar. Anla ki bitsin tüm telaşlar. Yeni bir güne başlarken hissettiğim umudumu, doğaya ve kelimelere karşı tutkumu, çocukluğumu, bazense yersiz olgunluğumu, beylik laflarımı, büyük konuşmalara ve konuşanlara dair korkumu, kaygılarımı, tevafuklardan aldığım gücü, beklentilerimi, hayallerimi, yorgunluğumu, sevdiklerimi, sevmediklerimi, bir müzik kutusunu saatlerce izleyebilmemi, sabrımı, dualarımı, uzaklara dalıp gittiğimde düşündüklerimi, düşlediklerimi…

Ve beni ben yapan daha bir çoğunu.

Oku, bir kitabı okurcasına. Çünkü beşeriz ve söyleyemediklerimizi saklarız kalbimizin satır aralarında.

Beni anla…

17 Temmuz 2017 Pazartesi

Ruha Düşen Nikbinlik

 “Sabret ki her şey hissettiğin gibi olsun.
Sabret ki her şey gönlünce olsun…”
Mevlana

Her gecikmişlik sonunda aynı mahcupluğu, aynı geç kalınmışlığı ve aynı özlemi içine gizleyen giriş cümlesiyle: Uzun zaman sonra yeniden, neyi nasıl dile getireceğim konusunda belirsiz bir şekilde başlıyorum yeniden yazmaya.

Blogu açtığımdan bu güne kadar ihmallerimden bahsettim hep. Can sıkıcıydı zira. Bazı telaşlar ve sorumluluklar işin içine girince insan kendini mutlu hissettiği şeyleri yapmaktan uzaklaşıyordu. Uzaklaştırıyordu tüm koşuşturmalar. Ama yine de bir umut veriyordu sabrıma, dönüşümün yeniden bu sayfaya olacağına dair bir sevinç ve kavuşma…

İşte yine böyle bir süreç sonrası, biraz yorgun biraz şaşkın bir haldeyim şimdilerde. Çünkü bitti. Her mezun bitince değerini anlayacaksın okulun derdi. Tam olarak öyle oldu. İçindeyken zamanın akmadığını, akrep ile yelkovanın bana inat durduğunu düşündüğüm okul -daha dün başlamıştım yıllar ne çabuk geçti- hisleriyle bitti. Ve geriye güzel anılar kaldı sadece. Hep gülümseyerek hatırlayacağım, iyikilerle donatacağım anılar…

Sabretmek gerekiyormuş Deryadil, söz konusu okul veya iş olsun, belki bir hastalık belki bir dert, belki sevdiklerimiz, işte konu ne olursa olsun zamanın her şeye inat geçtiğini bir gün olsun unutmadan sabretmek gerekiyormuş. Hani tahavvülleri yazdığım yazımda Bülent Akyürek’in bir sözünden bahsetmiştim; “Kabeden başka hiçbir şey sabit değil.” Diyordu. Kural bu kadar basit aslında. Her şey değişmeye mecburken ve bunu biliyorken, içinde bulunduğumuz zamanın da değişeceğine doğum ve ölümlerle tanık oluyorken, bununla mücadelenin tek yolunun sabrı diri tutmak olduğunu deneyimlemişken zor da olsa bunu hayata geçirmek gerekiyormuş.

“Zor” kelimesi insanı içine hapseden parmaklıkların ana maddesi gibi. Biliyorum zor. Sabretmek de, sabretmek yetmezmiş gibi sabrettiğimiz andan güzel anılar çıkarmak da, gülümseyerek hatırlamak da… Zor Deryadil. Nefes aldığımız her anın hakkını vermek gibi, hakkını verebilmek için gereken sabrı göstermek de zor. Böyle hissettiğim anlarda kafamı kaldırıp masama astığım sözleri tekrar tekrar okurken, öylece izlerken bulurum kendimi. Bir öneri olsun benden sana, insan kendisinin en iyi motive kaynağıdır çoğu zaman. Ve ne tezattır ki yine kendisidir motivasyonunu dibe vuran. İşte bunun için iki söz var her sabah bana umut ve zorluklara karşı güç olan.

“En güzel gün bugün…”
 “Bizde Allah isterse kuşlar filleri yener…”

Gözünün gördüğü her yeri doldur bu sözlerle Deryadil, perde niyetine indir göz kapaklarına. Çünkü her güne hayatının en güzel günü gözüyle bakmadan o gün güzel hatıralar vermiyor sana. Ve zorluklar karşısında Allah isterse kuşların filleri yeneceğine dair inancın olmadan güç bulamıyorsun asla.

Sözün özü; hayatında tüm olup bitenleri nikbin bir havayla karşıla Deryadil. Çünkü hayat biraz da bizim onu nasıl gördüğümüz ile ilgili… 




10 Ocak 2017 Salı

3. Yıl Kutlaması :)


     11.12.2013. Bir bilgisayar dersi ve biz bir blog oluşturmayı öğreniyoruz. Öğrenmek de değil de birer blog sayfası açıyoruz. Bir bilinçaltı oyunu olacak ki adını hemen “let your dreams” koyuyorum. Hayallere hep müptezel bir bağlılığım olmuştur zaten. İlk isimde de belli oluyor bir nevi. Derste bir içerik koyun göreyim diyor hocamız. Ben başlıyorum okuduğum ve sevdiğim kitapların resimlerini bulup koymaya. Kitabın içeriğini yazıyorum yorumumu yazıyorum. Hocamız bakıyor tamam diyor ve ders bitiyor. Geliyorum eve. İnanılmaz bir heyecan. Hemen yazdıkça kitapların, defterlerin, dosyaların içlerine sıkıştırdığım yazılarımı aramaya başlıyorum. Bulmalıyım çünkü artık paylaşmalıyım. Paylaşmalıyım çünkü kenara atılan unutuluyor. Unutmamalı çünkü biliyorum bir yerlerde aynı hisleri barındıranlar var. Varlar ve okuyup kendilerini yalnız hissetmelerine engel olunmalı. Engel olunmalı çünkü bu kelimeler boşa değil. Boşa değil çünkü bu kelimeler artık içime sığmıyor. Paylaşmalıyım. Okutmalıyım. Çünkü belki de rahatlamanın anahtarı bu.

     Önce tarih atıyorum. Hiç unutmayayım blogumun doğum gününü diye. Merhaba diyorum. Büyük bir heyecanla, korkuyla, telaşla. Kendi kendime konuşurmuşçasına. Sonra yavaş yavaş başlıyorum paylaşımlara. Eski yazılarımı bulmaya hala devam ediyorum. Bu hala bugünü de kapsıyor. Hala aradıklarım var içlerinde. Çünkü çok birikti. Yazma işine çocukça başladım ben. İlkokulda şiir yazar öğretmenimize okuturdum. Sonra o bana destek olurdu sınıfa okuturdu. Sonra bir gün yarışmaya soktu. Törende okuttu. Her düşüncemi her çocuk söylemimi bir şiirmişçesine iyiye yordu. Cesaretim oldu. Güvenim oldu. İlkokul bitti vedam oldu. Şiirlerimi çok severdi deyip bir deftere hepsini el yazımla yazıp ona verdiğimde ilk kitabım oldu. Adım onunla şair oldu. Hakkını ödeyemeyeceğim ve şu an bu blogdan en çok haberinin olmasını istediğim kişi o oldu.

     Tüm bunları niye anlattım bilmiyorum ama burası benim kendimi özgür hissettiğim köşem. Maruz gör deryadil. Hoş gör. Çünkü ben acımı bile seninle paylaştım. İlk kez o zaman dedim Deryadil diye. Hala da öylesin kalbimde.

     “Let your dreams” isminin yazdıklarıma uygun olmadığını fark ettiğim bir anda bahsettiğim hayal müptezelliğimin sonucu “Geçmiş zaman olur ki, hayali cihan değer” oldu blogun ismi. Nitekim daha uygundu. Uzun bir süre de ona devam ettikten sonra artık adımı vermek istemiştim bu sayfaya. Başlıksa “Kelam-ı Kalp”. Çünkü kalbimi yazıyordum burada. Kalbimden dökülenler kelimelerin ardına saklanıyordu. Kalbim kelamımla dile geliyordu ve bu dile gelişi anlatmama kalem en güzel dosttu.

     Sonrasında da bu sayfa yazma konusunda sorumluluğum oldu, bana ilham oldu. Hayallerimi gerçekleştirme yolunda rehber oldu. Bir önceki yazımda bahsettiğim hayalim oldu. İhmallerim de oldu tabi bu 3 yılda. Okul ve sınavlar engel oldu biraz da. En çok da şu son zamanlarda. Mesela bu 3.yıl yazımın bu kadar gecikmesi. Anca bir kar tatilinden fırsat bulup kaleme dökülmesi. Daha düzenli yazacağım deryadil söz. Tüm bu telaşlar yorgunluklar bitsin, daha çok yazacağım. Üstelik bir diğer hayalimi gerçekleştirmek için bir adım atıp sizden de yorumlar alacağım. Düşüncesinin bile içimde bin bir kelebek etkisine sebep olduğu bu planı yapıp yapmamam konusunda fikirlerinizi soracağım.

     Peki ben bu 3 yılda neler yaptım, neler öğrendim? Sanırım blogu açtığımdan beri ilk kez yeni yaş yazımı herhangi bir platformda yeni yazımın yayınlandığı haberi olmadan yazıyorum. 1.Yaş ve 2.Yaş bu konuda dolu doluydu. Ama inanın bu yıl sebebim okuldu. Bir hedefiniz varsa ve gerçek olmasına ramak kaldıysa daha bir sıkı tutunuyorsunuz gerçeklere. Kendinizi kilitliyorsunuz bir nevi. Yeri geliyor stresle zehir ediyorsunuz kendinize hayatı. Ama umarım buna değer diyorsunuz sonra ve sığınıyorsunuz sabrınıza.

     Velhasıl olan oldu ve blog 3 yaşına girdi. :) Daha yazacağım, sizlere anlatmak istediğim, konuşmak paylaşmak istediğim çok şey var. Ama fazla da sıkmadan sizi, yazının sonunu görmeden kapatmanıza sebep olmadan teşekkürlerimi iletmeliyim. Deryadil isminin hakkını verdiğin için, bu blogu sevdiğin için, yazıları olanca sabrınla okuduğun için, benimsediğin için, hayallerime ortak olduğun için, bu sayfadan ve benden bir nebze haberdar olduğun için, desteğin için, hissettirdiklerin için varlığın için ve daha bir çoğu için teşekkür ederim Deryadil. Sen oldukça, bu sayfanın okunma oranı böyle arttıkça paylaşmaya hep devam edeceğim. Verdiğin güç için teşekkürler. Bak bu blog bugün bu sayede 3 yaşında. Bu hayalim bu sayede 3 yıldır ayakta.

     Kalbinin kelamına kulak ver Deryadil. Dinle, hayattaki ritmini dürüstçe verir sana, inan buna. :)