Ölümlü dünya… Dilimize pelesenk olan ve uğruna var olma
amacımızı unuttuğumuz, en iyi olabilmek için çabalarken hırsımıza yenik
düştüğümüz, renkli halleriyle bizi büyüleyen; ölümlü dünya…
Sahi, “ölsem de kurtulsam”ı isyana çevirirken hiç mi
düşünmeyiz ölümün gerçekten kurtuluşumuz olması için neler yaptık diye.
Dünyadaki başarımız adına yaptıklarımızı, aldıklarımızı, sattıklarımızı
düşünürken hiç mi sormayız kendimize “ölümden sonrası için, hesabım için elimde
neler var?” diye.
Boğuluyoruz. Kalabalık ve geçici dünyamıza kanıp, gerçekleri
unutup boğuluyoruz. Doymak bilmez hallerimiz, “o olmazsa olmaz” diye
nitelendirilen eşyalarımızı kendimize yük edip her geçen gün bükülüyoruz.
Misal ben, her yolculuk öncesi ayrılamadığım eşyalarım
yüzünden oluşan valizlere bakıp “bunları nasıl taşıyacağım” kaygıma inat
bıkmadan getirip götürdüklerime öyle alışmışım ki sanki hep benim kalacaklarmış
gibi, sanki gerçekten benimmiş gibi…
Ölüm adına döktüğümüz gözyaşlarımız. Biz ki izlediğimiz
filmin, okuduğumuz kitabın kahramanının ölümüne dahi bu kadar üzülürken kendi
akıbetimizi düşünsek ne büyük pişmanlıklar duyarız kim bilir.
Duamız kurtarıcımız. Çünkü; bizim duamız en büyük merhamet
sahibine, bizim duamız affetmeyi en sevene.
"Ey
rahmeti bol padişah
Cürmüm
ile geldim sana
Ben
eyledim hadsiz günah
Cürmüm
ile geldim sana…"
Maksadım ne umutsuzluk ne de
suçlama. Hatırlatmak istediğim tek şey var.
Ölüm Ölmüyor…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder