Kendimi
aradığım ve her seferinde farklı yanlarımla karşılaştığım yolculuklardır bazen
en dürüst aynalar. Hem zaten kaç şehre sığardı ki bu kaçışlar? Dönüp dolaşıp,
sorumluluklarımıza yenilip çoğu zaman, yine gelmek zorunda kaldığımız küçük
hayatlar. İşte yine böyle bir yolculuk boyunca zihnime yazdım tüm
söylenecekleri, düşlerle baktım bulutlara. Ve her düş kırıklığında düştüm
yağmurla. Biraz gözden, biraz gökyüzünden, en çok da gönülden. Fakat hiçbir
adımımda ihmal etmedim avuçlarıma biriktirmeyi isteklerimi. Sürdüm yüzüme
duamı: “Rabbim sabır, Ya Sabûr…”
Kısa
zamanda çok şey yaşayabiliyor insan. Çok şeye tanık olup, çok güçlü olmak
zorunda kalabiliyor. Defalarca kez tekrarlar oluyor aynı sözleri: “Ölüm
ölmüyor, ölmüyor, ölmüyor…” İnsan bazen içinden düşünüp, içinden gülüp, içinden
ağlıyor. Tüm bunlar olurken de ister istemez düşman oluyor kalabalığa ve
kalabalığın getirdiği tüm kuru laflara. Böyle böyle –büyümek- fiilini geçiriyor
hayatına. Büyümek hissizleşmekmiş anlıyor. Ve alışıyor sırayla her şeye.
Nefes
almaya alışıyor önce. Yüzlerce şükür sebeplerinden biri de bu oluyor. Emeklemek
falan derken yürümeye alışıyor sonra. Yavaş yavaş özgünleşiyor adımlar.
Özgürlüğe götüreceğine inandırılsak da her adımda tutsak oluyoruz kaldırımlara.
Her adımda yalnızlaşıyoruz. Biz zaten her yalnızlığa özgürlük adını veriyoruz.
Sonrasında konuşmaya alışıyor. Harfler kelimeleri, kelimeler cümleleri derken
bir bakıyor ki anlaşılma kaygısıyla dolup taşıyor. İfade etmeye çalışırken
buluyor kendini. Büyümeye alışıyor insan. Farklı düşünmeye, kararlar vermeye
yeri geldiğinde.
Yağmura
alışıyor. Önceleri Arap kızının camdan bakması için harika bir hava olayı ve
kumdan yapılacak kuleler için iyi bir ön hazırlık olarak gördüğü yağmura zaman
geçtikçe tüm hüzünlerini yüklemeye alışıyor. Beşer bu, aklı havada gezmekten
bulutlarla dertleşmeye başlıyor. Yağmursa her şeyi gün yüzüne çıkartıyor. İnsan
böyle böyle alışıyor yüzleşmeye. Duygunun her haliyle, acının, neşenin tüm
tonlarıyla yüzleşiyor. Ama yine de her yüzleşmede ona en çok yakışan
-gülümsemek- diye büyülü bir gerçeğin olduğunu öğrenip, içten gülücükler
savurmaya alışıyor.
Tüm
bunlar olurken farkında olmadan sevdiklerine alışıyor insan. Bir gün
kaybedeceğini unutup öylece sahipleniyor. Hiç gitmeyeceğine inandığından olacak
kırıp döküyor çoğu zaman. İnsan dünyaya öyle alışıyor ki ölümü unutuyor zaman
zaman.
Bir
bir kaybetmeye başlayınca da yokluğa alışıyor. Anılar öyle siliniyor ki göz
önünden, rafa kaldırılan bir kitap arasındaki fotoğraflarda kalıyor yaşanmışlıklar.
Can yakıyor aksi takdirde.
Alışmak
da yaşamak kadar zor zanaat anlıyor. Her kelime bir insanı anlatır ya,
-alışmak- kelimesi insanlığı anlatıyor. Zaten insan alışmazsa yaşayamıyor.
Her
alışılmışlıkta yine bir dua koşuyor yardıma:
“Rabbim
sabır, Ya Sabûr…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder